Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
2013/13-74 E.
2013/1367 K.
Kara Tarihi: 18.9.2013
ÖZET:Dava; avukatlık ücret alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı, vekilliğini üstlendiği davalı tarafından dava açma ve icra takibi yapmak konusunda yetki verildiğini, vekil sıfatıyla açtığı davayı başarı ile neticelendirdiğini, gerekçeli kararın yazımı aşamasında davalının ahzu-kabz yetkisini kaldırdığını ileri sürerek avukatlık ücretinin tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; azilin söz konusu olmadığını, davacının vekillikten çekilmesinin haksız olduğunu bildirip davanın reddine karar verilmesi istemiştir.
Mahkemece; davacı avukata gönderilen ihtarnamenin azil niteliğinde olmadığı, işi bitirmeyen avukatın ücrete hak kazanamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki karardaki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında düzenlenen vekâlet sözleşmesi uyarınca, davacı avukatın vekillikten istifa etmesinin haklı nedene dayalı olup olmadığı ve avukatlık ücretine hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
KARAR:Bilindiği üzere; mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 390. maddesine göre, vekilin sorumluluğu umumi surette işçinin sorumluluğuna ait hükümlere tabi olup; vekil, vekâlet görevini iyi bir surette ifa ile yükümlüdür. Bu hükümdeki “iyi bir suretle ifa” söz dizininin, mehaz İsviçre Borçlar Kanunu'nun 398/2. maddesindeki ifadeye uygun olarak “sadakat ve özen ile ifa” şeklinde anlaşılması gerekir. Buna göre, vekil, vekâlet görevini ifa ederken müvekkiline sadakat ( bağlılık ) göstermekle ve vekâletin konusunu oluşturan işi özenle yapmakla yükümlüdür.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 506. maddesinde ise vekilin sorumluluğunun genel olarak işçinin sorumluluğuna tâbi olduğuna ilişkin düzenleme yerine, maddenin ikinci fıkrasında vekilin vekâlet sözleşmesinden doğan sorumluluğuna özgü bir düzenleme yapılmış ve “vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür” hükmü getirilmiştir.
Vekâlet sözleşmesinin, hizmetle ilgili diğer sözleşmelere oranla, çok daha sıkı bir şekilde karşılıklı güvene dayalı olduğu öğreti ve uygulamada ittifakla benimsenmektedir. Vekâlet ilişkisinin kurulmuş olması, karşılıklı güven unsurunun vekâlet sözleşmesinin kurulması aşamasında her iki taraf yönünden mevcut olmasıyla mümkündür ve bunun o aşamada varlığının göstergesidir. Ne var ki, vekâlet sözleşmesinin niteliği gereğince, bu unsur, sözleşmenin devamı süresince de varlığını korumalıdır. Eğer, başlangıçta mevcut olan karşılıklı güven, sözleşme süresi içerisinde gerçekleşen olgulardan dolayı bir taraf yönünden haklı olarak zedelenir veya ortadan kalkarsa, o taraf sözleşmeyi her zaman feshedebilir. Bu ilke, Borçlar Kanunu'nun 396/1. maddesinde, “Vekâletten azil ve ondan istifa her zaman caizdir” şeklinde ifade edilmiştir. Aynı ilke 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 512. maddesinde de belirtilmiştir.
Karşılıklı güven' kavramının, her iki tarafın vekâlet sözleşmesi çerçevesinde gerçekleşen ilişkilerinde ‘karşılıklı saygı' unsurunun varlığını evleviyetle içereceği ve gerektireceği açıktır.
Öte yandan 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 174. maddesi, davaya vekâlette azil veya istifaya, bunların haklı nedenlere dayalı olup olmamasına göre değişen, farklı sonuçlar bağlamaktadır. Anılan madde uyarınca üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez ve peşin aldığı ücreti geri vermek zorundadır. Avukatın haksız azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.
1136 Sayılı Kanunun 174. maddesine göre avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz ise de haksız azil halinde, anılan madde uyarınca avukatlık ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. Haksız azledilen vekilin avukatlık ücreti, ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin tamamıdır.
Bunun yanında, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 164. maddesinin son fıkrasında yer alan "Avukatla iş sahibi arasında aksi yazılı sözleşme bulunmadıkça tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek avukatlık ücreti avukata aittir." hükmü 4667 sayılı Kanunla değiştirilerek "Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir." hükmü getirilmiştir. Avukatlık Kanunu'nun 164 üncü maddesinin son fıkrasında yapılan değişiklik ile daha önce avukatla iş sahibi ( müvekkil ) arasında aksi yazılı sözleşme hükmü bulunması halini içeren istisnai durum ortadan kaldırılarak her halükarda mahkemenin tarife kararına istinaden haksız çıkan tarafa yükletilecek vekâlet ücretinin diğer taraf avukatına ait olduğu hükme bağlanmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında düzenlenen ücret sözleşmesinde kararlaştırılan ücretin, sadece "A... Ltd. Şti" aleyhine açılacak akdin ifası davası işi için olduğu, bu işle ilgili olsa dahi bundan doğacak herhangi bir başka işi kapsamına almayacağı, bu işle ilgili uyuşmazlıklar ve kovuşturma işlemi çıkması halinde avukata ayrıca ücret ödenmesi gerekeceği kararlaştırılmıştır. Bu durumda avukata verilen işin sadece mezkûr açılacak davaya ait olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Buna göre verilen iş, icra safhasını kapsamadığını kabul etmek gerekir. Ayrıca davalı taraf davacı avukatı azletmemiş gönderdiği ihbarname ile sadece açılan dava dolayısıyla icra takibi yapmamasını istemiştir. Davacıya gönderilen ihtar azil mahiyetinde değildir. Davacı avukatın davalı namına takip ettiği davada tüm yasa yolları tüketilip henüz karar kesinleşmeden vekillikten istifası haksız bir istifadır. Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesine göre de "üzerine aldığı işi haklı bir sebep olmaksızın takipten vazgeçen avukat hiçbir ücret isteyemez. Bu nedenlerle, mahkemece davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya uygun olduğu Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca benimsenmiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca usul ve yasaya uygun olduğu benimsenen direnme kararının onanması gerekmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce; Özel Daire bozma gerekçelerinin yerinde olduğu, davacı avukatın ilamın icrasına ilişkin yetkisinin elinden alınmasının aynı zamanda ahzu kabz yetkisinden azil niteliğinde bulunduğu, aksi düşünülse bile bu davranışın davacı yönünden güven ilişkisini sarsıcı nitelikte ve haklı istifa nedeni olduğu, yerel mahkemenin direnme kararının bu nedenle usul ve yasaya uygun olmadığı ileri sürülmüş ise de Hukuk Genel Kurulu'nun çoğunluğunca bu görüş benimsenmemiştir. Davacının temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA karar verildi.