Adana Baro Başkanı Avukat Çıtırık: "17 Şubat 1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu, kadınlarımızın varlık nedenidir" Cumhuriyet devriminin önemli kazanımlarından birisi de Türk Medeni Kanunudur. Bundan tam 88 yıl önce Mustafa Kemal ve düşünce arkadaşları, kulluktan birey-yurttaşa geçişin sağlanması, kadının sosyal yaşamdaki hak ettiği yeri alabilmesi, özellikle kadın-erkek eşitliğinin yasal düzlemde sağlanabilmesi doğrultusunda en önemli adımı Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle atmışlardır. Asırlarca yok sayılan kadınlarımız, Cumhuriyet ve Medeni Kanunu'nun kabul edilişi ile yeniden varlık kazanmıştır. Türk Medeni Kanunu, eşitlik ve özgürlük yolunda atılan önemli bir adımdır. Medeni Kanunun kabulü, laik devlet yapısı-seküler yaşam anlayışını hâkim kılan bir düzenlemedir. 1926 yılında Türk Medeni Kanunu genel gerekçesinde dönemin Adalet Bakanı olan Mahmut Esat'ın şu sözlerini unutmamak gerekir: "Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti'nin tedvin edilmiş ve Medeni Kanunu yoktur. Yalnız, sözleşmelerin küçük bir kısmına değinebilen Mecelle vardır. 1851 maddedir. 20 Nisan 1869 tarihinde yazılmaya başlanmış ve 16 Ağustos 1876 tarihinde tamamlanarak yürürlüğe konulmuştur. Denilebilir ki: Bu Kanunun günümüzün ihtiyaçlarına uyan ancak 300 maddesidir. Geriye kalanı ülkemizin ihtiyaçlarını ifade edemeyecek kadar ilkel bir takım kurallardan oluştuğundan uygulanamamaktadır. Mecelle'nin kuralı ve ana çizgileri dindir. Halbuki insanlık yaşamı, her gün hatta her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır. Bunun değişikliklerini, yürüyüşünü hiçbir zaman bir nota çevresinde saptamak ve doldurmak mümkün değildir. Kanunları dine dayalı olan devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değişmez hükümler belirtirler. Yaşam yürür; ihtiyaçlar hızla değişir, din kanunları, kesinlikle ilerleyen yaşamın önünde biçimden ve ölü sözcüklerden fazla bir değer, bir anlam ifade edemezler. Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu bakımdan dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması günümüz uygarlığının esaslarından ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırt edici özelliklerinden birisidir. Esaslarını dinlerden alan kanunlar uygulanmakta oldukları toplumları indikleri ilkel dönemlere bağlarlar ve ilerlemeye engel belli başlı etken ve nedenler arasında bulunurlar. Türk ulusunun kaderini yüzyılımız içinde bile ortaçağ hükümleri ve kanunlarına bağlamakta, dinin değişmez hükümlerinden esinlenilen ve tanrısallıkla sürekli ilişki içinde bulunan kanunlarımızın en güçlü etken olduklarından şüphe edilmemelidir. Ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenilmesi gereken tedvin edilmiş bir medeni kanundan Türkiye Cumhuriyeti'nin yoksun kalması ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin hedeflediği anlam ve kavramla bağdaştırılabilir. Yüzyılımızın devletini ilkel siyasal kuruluşlardan ayıran niteliklerin birisi de toplumun kaderine uygulanan kanunların akılcı bir zihniyetle hazırlanıp tedvin edilerek konulmasıdır. Göçebe dönemlerde hükümler tedvin edilmiş değildir. Hakim gelenek ve göreneklere dayanarak hüküm verir. Mecelle'nin anılan 300 maddesi bir yana bırakılmak koşulu ile Medeni Kanun içine giren sorunları çözmek için Türkiye Cumhuriyeti hakimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. Türk hakimi hükümlerinde belli bir içtihat, bir söz ve bir esasla bağlı değildir. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için Ülkemizin bir yerinde verilen bir hüküm ile aynı koşullar altında doğan aynı sorunda diğer bir yerde verilen hükümler ekseriya birbirinden farklı ve çelişkili bulunmaktadır. Sonuç olarak Türkiye halkı, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısındadır. Halkın kaderi belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, raslantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ dinsel hukukun kurallarına bağlı bulunmaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medeni Kanununun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla hazırlanan Türk Medeni Kanunu, medeni kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. Bu görevi Adalet Bakanlığı tarafından verilen direktifler içinde Ülkemizin seçkin uzman hukukçularından oluşan özel bir komisyon yerine getirmiştir. Yüzyılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. Toplumsal ve ekonomik sürekli ilişkiler insanlığın büyük bir uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir ve getirmektedir. İlkeleri yabancı bir ülkeden alınmış olan Türk Medeni Kanunu Tasarısının yürürlüğe konulmasından sonra yurdumuzun ihtiyaçları ile bağdaşmayacağı iddiası geçerli görülmemiştir. Özellikle İsviçre Devletinin çeşitli tarih ve geleneklere mensup Alman, Fransız ve İtalyan ırklarını içerdiği bilinmektedir. Bu kadar, hatta kültür bakımından bile birbirinden farklı bir ortamda uygulanma esnekliğini gösteren bir kanunun Türkiye Cumhuriyeti gibi yüzde doksanı bakımından aynı ırka sahip bir devlette uygulanma yeteneğini bulabilmesi kuşkusuz görülmüştür. Bundan başka, uygar bir ulusun gelişmiş, ileri bir kanunun Türkiye Cumhuriyetinde uygulama ortamı bulamayacağı düşüncesi sakat görülmüştür. Bu tez, Türk ulusunun uygarlık yeteneğine sahip bulunmadığını belirten bir mantık dizisine varılmasıyla sonuçlanabilir. Halbuki olayların gerçeği, durum ve tarih bu iddianın tamamen tersidir. Türk yenileşme tarihi tanık tutularak denilebilir ki: Türk ulusu yüzyılımızın gereklerine uygun olarak vücuda getirilen kabul edilebilir ve sağlam ve akıl ve zeka ile yoğrulmuş yeniliklerden hiçbirine karşı çıkmamıştır. Bütün bu yenileşme tarihimiz sürecinde kamunun yararı düşüncesiyle vücuda getirilen yeniliklerle yalnız çıkarları bozulmuş olan gruplar mücadele etmek durumunda kalmışlar ve halkı din adına, yanlış ve geçersiz inançlar adına kandırıp düzensizliğe sürüklemişlerdir. Unutmamak gerektir ki Türk ulusunun kararı çağdaş uygarlığı kayıtsız ve koşulsuz bütün ilkeleri ile kabul etmektir. Bunun en açık ve canlı kanıtı devrimimizin kendisidir. Çağdaş uygarlığın Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu Türk ulusunun beceri ve yeteneğindeki eksiklikten değil, onu gereksiz bir biçimde sarıp sarmalamış ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlardandır. " Türk Medeni Kanunu'nun gerekçesi her yönüyle kanunun çıkarılış amacını ortaya koymaktadır. Kadının cinsel bir meta haline dönüştürüldüğü, kadının yok sayıldığı, fiziki ve manevi şiddetin boyutlarının her geçen gün arttığı,kadının emek ve bilgisinden yararlanılmadığı, temsilde ve istihdamda kadının yeterince yer bulmadığı, doğuracağı çocuk sayısının ve doğum yönteminin başbakanca belirlendiği, küçük yaştaki kız çocuklarının evlilik sayısının ve buna bağlı intihar-öldürülme olaylarının daha da arttığı bugünlerde Türk Medeni Kanunu'nun kabulünün önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Kadınlarımıza yönelik şiddetin ortadan kalktığı, yasal eşitliğin olanak ve fırsat eşitliğine dönüştüğü, kadının beden ve emeğinin sömürülmediği, istihdam ve temsilde hak ettiği yeri aldığı bir Türkiye özlemi içerisindeyiz. Kadınlarımıza hak ettiği değeri veren ve onları günlük yaşamdan çıkartıp ekonomik, sosyal, siyasal alanlara yönlendiren başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, onun düşünce ve eylem arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyoruz. Kamuoyuna saygıyla sunarım. Av. Mengücek Gazi Çıtırık Adana Baro Başkanı 17.02.2014