Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni 62 yıl önce bu gün 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan edildi."İnsanlık topluluğunun bütün üyelerinde bulunan onurun; eşit ve başkasına aktarılamaz hakların tanınması, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu," bilinciyle "Toplumun her bir birey ve her bir organının, bu Bildirge'yi her zaman göz önünde tutarak, söz konusu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmek için eğitim ve öğretim yoluyla ve gerek üye devletlerin halkları arasında, gerek üye devletlerin yönetimi altındaki bölgelerin halkları arasında bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin biçimde benimsenmesi ve uygulaması için giderek gelişen ulusal ve uluslararası önlemler aracılığıyla harcayacağı çabalarda bütün halklar ve devletler için ortak standart olarak " kabul edilen Evrensel Bildirge'nin kabul edilişinin 62. yılında, bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. 2010 yılında da maalesef 11 Eylül sonrasının güvenlik eksenli politikaları uygulanmaya devam etmiştir. NATO'nun yeni strateji belgesi ve füze kalkanı sistemi dünyanın tekrar soğuk savaşla birlikte sıcak savaşlara gebe bir konumda olduğunu da göstermiştir. Güvenlik eksenli politikaların hak ve özgürlükleri "terör" bahanesi ile kısıtlamaya çalışması dünyadaki militarist ve otoriter yönetim anlayışlarını güçlendirmiştir.Evrensel Bildirgenin kabulünden yaklaşık 1,5 yıl sonra Türkiye de 6 Nisan 1949 tarihinde kabul edilen ve 27 Mayıs 1949 tarihli 7217 sayılı RG de yayımlanarak halka duyurulan Bakanlar Kururlu Kararıyla "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Resmi Gazete ile yayınlanması, yayından sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması, yorumlanması ve bu beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararlaştırılmıştır. Bu BKK'nın da üzerinden 61 yıl geçmesine rağmen; bu yıl Türkiye de nelerin yaşandığına kısaca bakmakta yarar var.2010 yılı Türkiye açısından Kürt sorununun, ana dilde eğitim, operasyon, eylemsizlik, Abdullah Öcalan'la devletin görüştüğü, görüşmediği vb. bağlamlarda daha fazla konuşulduğu, AKP'nin Anayasa Değişiklik teklifi ve referandum sonrası yüksek yargını yapısının değiştirildiği, askeri ve sivil darbelerin tartışıldığı, kamuoyunu yakından meşgul eden çeşitli davalardaki adil yargılanma hakkının ihlal edildiği, Roman vatandaşların devlet tarafından ilk kez görüldüğü, cinsel yönelim hakkı tartışmalarının sürdüğü, zorunlu din derslerinin bir daha tartışıldığı, Alevilerin taleplerinin yükseldiği, eğitim öğretim ve inanç özgürlüğü, çevre ve ekoloji sorunları, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar, toplanma ve gösteri hakkı ve benzeri haklara yönelik müdahalelerin yaşandığı bir yıl olmuştur. 2010 yılı Anayasa tartışmalarının yoğun biçimde yapıldığı ancak, bu gün gerek darbeciler karşı açılan davaların, gerek darbe mağduru askerlerin AYİM ve Bakanlıklara yaptığı başvururların akıbeti, "Darbelerle Hesaplaşma" temasıyla yürütülen ve 12 Eylül referandumuyla kabul edilen Anayasa değişikliklerinin hiçbir kalıcı çözüm getirmediğini getiremeyeceğini ortaya koymuştur. Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları sorunu devam etmektedir. Tüm siyasal ve demokratik çevrelerin yeni ve demokratik bir Anayasaya olan ihtiyacı tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Hükümet bile, seçim sonrası yeni bir anayasayı dillendirmeye başlamıştır. Bu da siyasi iktidarın anayasa değişikliklerine, temel hak ve özgürlükler penceresinden değil günlük siyasi çıkar temelinde baktığının göstergesidir. Bu nedenlerle 2011 yılı yeni ve demokratik bir Anayasa yapma tartışma ve uygulamaları ile geçecek gibi görünmektedir. TİHV ve İHD verilerine göre; 1 Aralık 2010 tarihine kadar cezaevlerinde 32 kişi, yargısız infaz dediğimiz "dur ihtarı", "rastgele ateş açma" olaylarında güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren kişi sayısı 28 olmuştur. 9 faili meçhul cinayet işlenmiştir. Kara mayınlarının neden olduğu ölüm 6'dır. Operasyonlarda yaşamını yitiren insan sayısı 281 olmuştur. "işkenceye sıfır tolerans" söylemi lafta kalmaya devam etmiştir. Kasım ayı sonuna kadar TİHV'e yapılan işkence ve kötü muamele başvuru sayısı 202 dir. Cezaevlerinden de 103 işkence ve kötü muamele başvurusu ile birlikte değerlendirildiğinde bilinen/duyulan işkence ve kötü muamele sayısı 305 dir. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü hakkına ciddi müdahaleler yapılmıştır. Bu müdahalelerde 2 kişi yaşamını yitirmiş, 143 kişi yaralanmış, 1716 kişi gözaltına alınmış, 152 kişi tutuklanmıştır. Müdahalelerde yaşananlar TV ler arcılığı ile sıcak yuvalarımıza kadar girmiştir. Cezaevlerinde tutulan mahpusların sayısı artmaya devam etmiştir. 30 Kasım itibariyle bu rakam 121.098' e ulaşmıştır. Mahpusların 57.171'i tutuklu, 63.927'si hükümlüdür. Çocuk mahpusların sayısı 2.146'dır. Bunların 1.944'ü tutuklu, 202'si hükümlüdür. Yetişkin mahpuslarda tutuklu oranı %47 iken, çocuk mahpuslarda tutuklu oranı %90'dır. Tutuklama oranının yüksekliği baskıcı bir tutuklama rejimi olduğunu göstermektedir. Cezaevlerinde 95 mahpus ağır hastalıkları nedeni ile tahliye edilmeyi beklemektedir. Basın Özgürlüğü alanında da ihlaller artarak devam etmiştir. Tutukluluk hali devam eden gazeteci sayısı ve yayını durdurulan gazete ve dergi sayısı kotrol edilemez düzeydedir. 2010 yılında öne çıkan en bariz hak ihlali adil yargılanma hakkı ihlali olmuştur. Özel Yetkili ve Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri'nin hukuka aykırı uygulamaları artarak devam etmiştir. Eski DGM'lerin devamı olan bu mahkemelerin kapatılması gerektiği açıktır. Ceza Muhakemesi Kanunundaki kolay tutuklama sebeplerinin varlığı, gizli tanıklıkla ilgili hükümler, telefon dinleme ve teknik takip uygulamaları, düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki engeller ve adli kolluğun bulunmayışı, uzun tutukluluk süreleri adil yargılanma hakkı önündeki önemli engellerdir. "Alevi Açılımı" adı altında yapılan Alevi Çalıştayları'nın sonucu dahi açıklanamamıştır. AİHM kararına rağmen zorunlu din derslerinin kaldırılmaması, Cemevleri'nin ibadethane statüsüne alınmaması hükümetin ikircikli tutumunun devam ettiğinin önemli göstergelerinden birisi olmuştur. Avrupa Konseyi'ne üye ülkelerden sadece Türkiye ve Azerbaycan'da vicdani reddin hak olarak tanınmamasının yarattığı ihlaller devam etmiştir. Buna karşın gençlerin vicdani red açıklamaları artarak devam etmiştir. HES'ler yoluyla doğal ve kültürel çevrenin tahrip edilmesine karşı elde edilen yargı kararlarını boşa çıkaracak yasal değişiklik uygulamaları hükümetin çevre ve ekolojiye olan karşı tutumunu göstermiştir. Cinsel yönelim özgürlüğünün hükümet tarafından tanınmamasının yanı sıra bunun bir 'hastalık' olarak açıklanması hükümetin insan haklarına bakışındaki ayrımcılığı ortaya koyan önemli örneklerden birisi olmuştur. Hükümetin 2009 yılı sonunda yasalaşmasını taahhüt ettiği İnsan Hakları ile ilgili hususlarda 2010 yılında hiçbir ilerleme olmamıştır. Ulusal İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı TBMM Anayasa Komisyonu'nda beklemeye alınmıştır. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu Kanun Taslağı bir türlü tasarı haline getirilememiştir. Polis ve Jandarma Denetim Mekanizması yasalaşmamıştır. İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek seçmeli protokol (OPCET) TBMM'de onaylanmayı beklemektedir. Anayasa değişikliğine rağmen Ombudsmanlık (Kamu Denetçiliği) hala yasalaşamamıştır. Bildirge'nin kabul edilişinin 62. yılında ülkemizde ve dünyada Evrensel Bildirgenin tanımladığı ve özlediği yaşamdan oldukça uzaktayız. Anacak, "Taşı delen suyun şiddeti değil damlaların sürekliliğidir" bilinciyle Evrensel Bildirgenin işaret ettiği temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu bir ülke ve dünyanın kurulacağına inancımızla İnsan Hakları Gününüzü kutluyoruz. 10.12.2010