BAROMUZDAN “10 ARALIK DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ” NEDENİYLE BASIN AÇIKLAMASI
BAŞKANIMIZ Av. SEMİH GÖKAYAZ:
“EN TEMEL HAK OLAN YAŞAM HAKKINI BİLE KORUYAMIYORUZ”
Adana Barosu İnsan Hakları Merkezi, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Haftası Günü nedeniyle Adana Adliyesi Taş Binası önünde açıklama yaptı. Açıklamaya Adana Barosu Başkanımız Av. Semih Gökayaz, Cumhuriyet Halk Partisi Adana İl Başkanı Mehmet Çelebi, Adana Tabip Odası Başkanı ve ADAMOB Dönem Sözcüsü Dr. Selahattin Menteş, TBB Delegemiz Av. Sinem Tanrısınatapan, Başkan Yardımcımız Av.Miyesser Önenli, Genel Sekreterimiz Av. İlker Mengü, Yönetim Kurulu Üyelerimiz Av. Gül Yalçın Aslan, Av. Özcan Delihasan, Av. Neval Yurtdaş, Av. İlker Güzel, Cumhuriyet Halk Partisi Çukurova İlçe Başkanı Av. Remzi Ümit Atay, CHP YDK Üyesi Av. Bülent Maraklı, İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi Başkanı Av. Yakup Ataş, KESK, TMMOB, DİSK ve çok sayıda avukat katıldı.
İNSAN HAKLARI KARNEMİZ İYİ DEĞİL
Adana Barosu Başkanımız Av. Semih Gökayaz, konuşmasında savaşların devam ettiği dünya düzeninde insan haklarının ihlal edilmemesinin mümkün olmadığını söyledi.
Sağlık hakkından yaşam hakkına, eğitim hakkından barınmaya, kadın cinayetlerinden çocukların eğitim hakkına kadar birçok sorunun olduğundan bahsetti.
İnsanın yaşam hakkını korumayı dahi başaramadığımızı ifade eden Av. Gökayaz, “Yaşam hakkını bile koruyamıyoruz. Yaşam hakkını konuşmaktan diğer temel hak ve özgürlükleri konuşamıyoruz. İnsan hakları karnemiz iyi değil. Bölgemizde ve dünyada silahlar susmalı. Mülteciler Ege Denizi’nde büyük trajedi yaşıyor fakat insanlığın bu soruna karşı kalbi kurumuş vaziyette. Dünya ülkeleri mülteci meselesine karşı yaşam hakkını değil ulusal ve maddi çıkarlarını gözetiyorlar.” dedi. Av. Gökayaz, konuşmasında kadınlara yapılan şiddeti de önleyemediğimizi hatırlatarak, “Kadına yönelik şiddetle ilgili ülkemizde derhal seferberlik ilan edilmesi gerekir. Bu ülkemizin utanç konusudur. Artık bu sorunu çözmek zorundayız .” diye konuştu.
İŞÇİ ÖLÜMLERİNE, ÇEVRE VE DOĞANIN RANTA TESLİM EDİLMESİNE TANIKLIK EDİYORUZ
Av. Gökayaz, konuşmasına şöyle devam etti;
“Her yıl binlerce işçi madenlerde, tersanelerde, inşaatlarda çalışırken hayatını kaybederken, onları koruyamıyoruz. Çevre ve doğanın ranta teslim edilerek tahrip edilmesine tanıklık ediyoruz. Maddi imkanı olmayan ve bu yüzden eğitim hakkını kullanamayan çocuklarımızın cemaatlere ve tarikatlara mahkum edildiğini görüyoruz. Bunlar devletin ayıbıdır, insan hakları ihlalidir. Yaşadığımız bu utanca derhal son verilmelidir.” dedi.
BASIN AÇIKLAMASINI Av. İLHAN ÖNGÖR OKUDU
Konuşmanın ardından Adana Barosu İnsan Hakları Merkezi Başkanı Av. İlhan Öngür de yaptığı açıklamada, bugün günümüzde İnsan Hakları Evrensel Beyanamesi’nde yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslar arası bir düzenin hala kurulamadığını söyledi.
BASINA VE KAMUOYUNA
Bugün, insanlığın doğuştan sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri yasalar ve devlet eliyle korumayı ve insan onuruna yaraşır bir biçimde yaşamayı temin eden İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edilmesinin 73. yıl dönümü. Bütün kazanımlar gibi insanlığın belki de en büyük kazanımı olan bu bildirge insanlığın ödediği acımasız bedellerin acı bilançosunun sonucudur. Nitekim beyanname 1948 yılında iki büyük dünya savaşı akabinde imza edilmiştir. Aynı tarihlerde kurulan Birleşmiş Milletler, insanlığa gelinen noktada hak ettiği yaşamı ve itibarı vermeyi ödev addetmiş olacak ki bildirgenin hazırlanması, hayata geçirilmesi ve taraf olan devletlerce benimsenmesini istemiştir.
Buna karşın günümüzde Evrensel Beyannamede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır. Maalesef günümüzde Birleşmiş Milletler Örgütü de, var oluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır.
İnsan Hakları açısından Dünyadaki bu karanlık tabloda ise Türkiye başat ülke konumundadır. Türkiye, bildirgeye taraf olup bu minvalde mevzuatında düzenlemeye giderek beyannameye paralel uluslararası anlaşmalara da taraf olmuştur. Fakat ne yazık ki tüm bu gelişmeler temel insan hak ve hürriyetlerinin Türkiye’de içselleştirilmesini, hukuki pratiğe dönüştürülmesini sağlamaya yetmemiştir. Türkiye, halihazırda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve bu bağlamda taraf olunan uluslararası sözleşmelerle uyumlu hale getirilmiş yasal düzenleme ve mevzuata ilişkin bir hukuk sistemine sahip iken temel insan hak ve hürriyetlerine saygıda zengin bir içeriğe sahip mevzuatı tatbik noktasında daima endişe ve infial uyandıran manzaralar sunmuştur.
Sadece geçtiğimiz bir yıl içerisinde yaşananlar dahi maalesef ülkemizde tanık olunan hukuki tutulmayı izah etmeye yetecektir. Ocak –Şubat 2021’ de üniversitelere yapılan kayyum atamaları neticesinde yüzlerce öğrenci darp edilerek işkence ile gözaltına alınmış ve birçok öğrenci tutuklanmıştır. Yine birçok akademisyenin bu kapsamda çalıştıkları üniversiteyle bağları kesilmiştir. Devam etmekte olan koronavirüs pandemisi de devletin haksız ve hukuka aykırı pratiğine işlerlik kazandırmak üzere istismar edilerek pandemi tedbirleri yahut süreç yönetimine ilişkin eleştirel açıklama getirmek anayasal ve tabi haklarını kullanmak üzere sokağa çıkmak ve protesto hakkını kullanmak isteyenler hakkında birçok basın açıklamasında orantısız müdahalelerde bulunulmuştur. İnsanların temel hak ve hürriyetleri, hukuk askıya alınarak idari kararlarla kısıtlandığı gibi buna uyulmaması halinde işkence ve kötü muamele altında birçok haksız gözaltı yapılmıştır. Ülke yönetimindeki kaotik havanın, tek sesliliğin ve ötekileştirmelerin katlanarak büyüdüğünü ve katmerlenen öfke ve kinin son derece haksız bir biçimde, ülkemize sığınmış göçmen ve mültecilere yöneltildiğine şahit olduk. Geride bırakmakta olduğumuz yılın en çarpıcı hadisesi hiç tereddütsüz İstanbul Sözleşmesi'nin lağvedilmesi oldu. Türkiye bir gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kadınların yaşam hakkının teminatı olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini ilan etmiştir. Siyasi iktidar bu kararla şiddet ve kıyımın adeta kadınların alın yazısı olduğunu bir kez daha ve resmen deklare etmiştir. Siyasi iktidarın insan haklarını ayaklar altına alan olağanüstü hal uygulamaları olağanlaştırılmaya çalışılmıştır. Binlerce kamu emekçisi sorgusuz, sualsiz, savunmasız bir şekilde bir gece yarısı KHK’ları ile işinden edilmiş olup sivil ölüme mahkum edilmişlerdir. İnsan Hakları ve Hukuk devleti olma ilkelerine aykırı bir şekilde yaşanan bu sürecin travmatik sonuçları vicdanları kanatmaya devam etmektedir. Demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmezi unsuru olan muhalefet partileri ve siyasi aktörler, temsilciler üzerinde baskı ve cezai yaptırımlar söz konusudur. Demokratik bir yaşamın inşasının temelini oluşturan ifade ve basın özgürlüğü, siyasi iktidarın tahammülsüzlüğünün yargısal bir faaliyet haline gelmesi ile tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.
Bugün gelinen aşamada KHK rejimi olarak tarif ettiğimiz antidemokratik, kutuplaştırcı-otoriter başkanlık sisteminde, parlamento denge ve denetleme fonksiyonuna sahip bir siyasal kuvvet, yurttaşların temsilcileri aracılığı ile hak aradığı, taleplerini ifade ettiği bir kurum olmaktan çıkarılmış, yürütme gücünün basit bir meşrulaştırma/onay aracına dönüştürülmüştür. Hak temelli bir rejim fikri terk edilmiş; Yargı, demokratik değerleri savunan, haksızlıklara karşı rıza göstermeyen toplumsal kesimleri susturma ve sindirme aracı haline getirilmiştir.
Uzun yıllardır uygulana gelen neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak ülke siyasal, kültürel ve ekonomik olarak ağır bir sosyo-ekonomik kriz içine girmiştir. İşsizlik, yoksulluk ve dışlanma geniş toplumsal kesimlerin maruz kaldığı hak ihlallerinin başlıca kaynağı haline gelmiştir. Türkiye’nin, bireylerin ve grupların kolektif demokratik hak ve eşit yurttaşlık taleplerini evrensel insan hakları değerlerini referans alarak yerine getirmek yerine, hukuk devletinin temel değerlerinden uzaklaşılarak öngörülemez bir gelecek ile karşı karşıya kalındığı aşikardır.
Tüm bunlar yaşanırken avukatlar, insan hakları hukukçuları ve aktivistler karşılaştıkları tüm baskılara rağmen tarihsel ödevini ifa etmekten geri durmamıştır. İnsan haklarının özü itibariyle vazgeçilmez olması, insan hakları mücadelesinin de vazgeçilmez olmasını gerektirmektedir. İnsan haklarına dayalı bir ortak yaşam idealini geliştirmek için çok daha fazla çaba göstereceğimiz aşikârdır. Adana Barosu olarak Evrensel Bildirgenin ilan edilişinin 73. Yılında insanlığın ortak değerleri olan adaleti, eşitliği, özgürlüğü, barışı ve en başta insan onuru için mücadele etmeye devam edeceğiz.
@semih gökayaz @miyesser ersalan önenl @erkan çetin @neval yurtdas @ilker mengü
#AdanaBarosu #DünyaİnsanHaklarıGünü #avukatlar