BARODAN HABERLER

Tahir Elçi'nin öldürülmesi

1172 görüntülenme
01/12/2015
Tahir Elçi'nin öldürülmesi
Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul milletvekili Garo Paylan, Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin öldürülmesi ardından 28 Kasım günü yaptığı meclis konuşmasında "Tahir elçi bir barış güverciniydi tıpkı Hrant Dink gibi ve 8 yıldır Hrant Dink cinayetinin adaleti açığa çıkmıyor. Devletin üzerinde 3 parmak toz vardır bizim görevimiz o tozları temizlemektir üstünü örtmek değil biz o tozları temizlemezsek suçlar tekrarlar. Devlet görevlileri 100 yıldır pek çok suçun içinde oldu. Ama hiç biri hesabını vermedi. Suçta cezasız kaldıkça tekrarlanıyor arkadaşlar" diyordu. Bir yandan Diyarbakır'a ulaşmak için yapılan cenaze hazırlıkları yas, öfke ve hakim bir şaşkınlık... Tahir Elçi'nin öldürülmesi Neydi Tahrir Elçi'nin katledilmesinin ardında yatan? Devlet mi devletsizlik mi, silah dilini besleyen "sistem" mi? Çok cevabı vardı ama en önemli nedenlerinden biri de cezasızlık idi. Adaletin yoksunluğu, normalleşememek, yüzleşememek, hesap soramamak ve aynı sözlerin, aynı tehditlerin aynı muafiyetlerin devam etmesi... Tam da bu yüzden 27 Kasım'da yola çıkarak 50'ye yakın gazeteci ve avukatın katılımı ile "Ağır İnsan Hakları Davalarına Yönelik Dava İzleme" seminerine gidiyorduk. Çünkü Türkiye'de cezasızlık, ağır insan hakları ihlalleri mevzubahis olduğunda ana bir etmen olarak karşımıza çıkıyordu. Seminerde bir araya gelmek, ağır insan hakları ihlallerine karşı donanımlı ve dayanışma içinde olmak, hikayelerin mahkeme salonların arasında kaybolup gitmemesi, ihlal edilen haklar için müdahale etmek ve bunun yollarını aramak hem gazetecilerin, hem hukukçuların ortak mücadele alanlarından biriydi. Mater/Çelikkan: Cezasızlığa karşı gazeteciler ne yapabilir? Seminerde Hakikat Adalet Hafıza Merkezi'nden Murat Çelikkan ve bianet'ten Nadire Mater'in "Ağır İnsan Haklarına İlişkin Davalara Dair Habercilikte İçerik ve Dil Nasıl Olmalı?" oturumunda cezasızlık ve hak ihlallerine karşı gazetecilerin neler ve nasıl yapaağını anlattı. Nadire Mater konuşmasına 90'larda gerçekleşen iki kampanyadan örnek vererek başladı. İlki Metin Göktepe izlenebilir olmasından dolayı önemli bir örnek olan Metin Göktepe davası. İkincisi ise Işık Yurtçu olayın üzerine gidilmesi yargılamanın didiklenmesi ve tahliye edilmesinin sağlanması deneyimi. Metin Göktepe deneyimi Kuşkusuz gazetecilik ve cezasızlık diyince akla gelen ilk isimlerden biri Metin Göktepe. Mater'in altını çizdiği gibi; "Metin Göktepe 8 Ocak 1996'da katledildi ve aynı zamanda gerçekleşen Sabancı suikastinden dolayı ilgisini Metin'e kaydırmadı. Metin duvardan düştü diye açıklandı ve ilk günlerde üzerine gidilemedi ve sonrasında Metin Göktepe olayı oradaki genç gazetecilerin, avukatların ve hak örgütlerinin bu üçlü çevrenin tek tek ilgileri ve inatları ile ortaya çıktı ve bu faiilerin yargılanması için çok önemliydi. Neler yapılmıştı Metin Göktepe davasında? İlk olarak gazetecilik olayı olduğu için gazeteciler hem hak aramak için peşine düşmek zorundaydılar hem de meslektaşlarının katlinin peşine düşmek anlamında bir aktivist oldular. Kürdistan'da 1996 yılına kadar 20'ye aşkın arkadaşımız öldürüldü. Bu öldürmelerde bizler toplanıyorduk bazen 20 bazen 30 kişi fakat o ölümler aslında hala cezasızlar. Musa Anter davasında AİHM'de Türkiye'de mahkum edildi. Yanımızda gazeteci arkadaşlarımızın öldürülmesi bizim için bumerag oldu. Yarın bende öldürülebilirim duygusu vardı". Işık Yurtçu deneyimi Bir diğer dava da Işık Yurtçu idi. Işık Yurtçu 1992 yılında, Özgür Gündem gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürü oldu. 8 ay görev yaptığı gazetedeki yazıları sebebiyle hakkında 26 dava açıldı. "Yurtçu davasında gazetecilerin sesini duyuldukça dava İstanbul'dan Aydın'a taşındı. Bu belki de dava izleme olayında hepimizi en çok motive eden olaylardan biri oldu. Aydın'a otobüsler tutuldu, hep beraber gittik. Aydın'da bir duruşma görüldü sonrakiler Afyon'a alındı. Afyon'a taşındığında Afyon genellikle sağın egemen olduğu bir şehir dolayısıyla bu dört yıl boyunca 28 duruşmada ciddi olarak kuşatıldık. Hem mahkeme içinde, dışında ve Afyon'da... Peki nasıl bir plan yaptık? Afyon'a gidiyoruz, toplam 3000 km yol katetmiş olduk 1998 yılında gazeteciler meclisi diye adımlarının atılacağı başka bir örgütlenmeye oluştu. Biz esas olarak bu işle ilgilenen 10 gazeteciydik. Duruşmaya çok sayıda insanın gitmesi için otobüs bulunması ve bu otobüsler için sponsor bulundu. Özet metinleri hazırlayıp gazetelere gönderiyorduk. Gazetecilerin herşeyi yapmaya zamanları yok, hemde her zaman yeterince çalışkan olamıyabiliyoruz. Biz o metinlerde üçüncü kez Afyon'a gidiyoruz, toplam 3000 km yol katetmiş olduk. Bu kadar küçük bir detay bile aslında neyin yapılmakta olduğunu anlatmak açısından TCK 123 yazmaktan daha önemli olabiliyor habercilik anlamında. Tüm bunları yazarak gönderiyorduk ama sadece bunları gönderdiğimiz için değil gazeteci arkadaşlarımızın arasında Metin Göktepe olayı artık yazılmaz ise onunla ilgili bir haber yapılmaz ise ayıp hale getirildi. Bunu nasıl haberleştirebiliriz sorusunda önemli yaratıcılıklar ortaya kondu. Nadire Mater'den Dolmabahçe baskını Başka bir örnek ise 24 Temmuz gazeteciler gününde Dolmabahçe'de gazetecilere ödüller veriliyor. O güne bir mahkeme koydular Afyon'a, biz Afyon'a gittik ve çok içlendik o gün konulmasına, sanki savcı bize zorla sizi buraya getireceğiz diyor. Biz de insan boyunu aşan büyüklükte bir kalem yaptık. Birinci gösterimizi Afyon'da yaptık. Her türlü aracı kullanarak gecenin onunda Dolmabahçe'yi bastık ve Süleyman Demirel'e basın özgürlüğü ödülü veriliyordu, Dolmabahçe'yi büyük kalemlerimizle bastık. NTV'de canlı yaptılar, tabi üstümüz başımız o balo formatına uygun değil, haber biz kendimiz olduk. Bir yandan da imza kampanyaları ile öyle bir kamuoyu oluşturuldu ki sonuçta maaşlarını alamayan ama bir türlü yakalamayan polisler yakalanmış oldu. Bütün bunların sonunda polisler hüküm giydiler. 7,5 yıl civarında aldılar, tabiki azdı, tabiki bir üste çıkmadı, vali, emniyet müdürü uzak tutuldu. 2000'de çıkan Rahşan affı ile çıktılar. Ama biz bir network kurduk, o zaman e-mail yok telefonla birbirmize ulaşıp bir örnek Ayşe Ümraniye karakolunda gözaltında olduğunu belirtip sonra karakolu arayıp polislere Metin Göktepe örneğini hatırlatıp arkadaşlarımızla konuşmak istedik. Böyle baskılarla bir çok gazeteci arkadaşımızı alıkoyulmaktan kurtardık. " Hukukun üstünlüğü hiçbir zaman olmadı Murat Çelikkan, hukukun üstünlüğünün hiçbir zaman olmamasının ülkede çok ciddi bir umutsuzluk yarattığını beliterek sözü devraldı. "Hiç işleri olmadığı halde delil toplamak zorunda kalan, mücadele eden Kürdistan'da ve Türkiye'nin batısında avukatlar ve hukukçular olmasaydı bugün yasalarda ve uygulamalardaki bazı ilerleme ve değişiklikleri kazanamayacaktık. Bu mücadele bazen zor olsa bile buna devam etmekten başka şansımız yok. İyi haber için nasıl işbirliği gerekiyorsa, toplanan bilgi gerçeklerle, olgularla, rakkamlarla destekleniyorsa bu hukuk haberi olunca gerekince avukatlara ve savcılara başvurmak gerekiyor. Fakat mesele sadece iyi haber yapmak değil buna nasıl ilgi uyandıracağız? Sivil toplum örgütleri ve gazeteciler bir fark bekleyerek haber yapıyor. Bu bir işkence, dava haberi olabilir. Cezasızlığın son bulması niyeti ile gerçeğe ulşamak kendi başına değişim yaratmayabiliyor. Bazen ters etki de yapabiliyor. Değişim için fazladan çaba gerektiriyor. Gerçek kendi başına yeterli değil Gerçek kendi başına yeterli değil. Gerçeği ilginç kılabilmek için yaratıcı ve ekstradan bir şeyler yapmak gerekebiliyor. Bu biraz da tercih meselesi, çünkü insanlar ilgilenmeyebiliyorlar. Mesela, İngiltere'de BBC geleneğinin olduğu ülkede düşesin doğum yapacağı haberine 6 milyona yakın kişi tıklarken Nijerya'da klise saldırısında ölen 42 kişi 9 bin kişi tıklıyor. Haber dediğiniz şey olağanüstü, hal, şiddet ve korku üzerine kurulu. Eğer Kars'ta kar yağarsa bu haber değil ama Antalya'da kar yağarsa bu haber. Haber, "kan satar" üzerine kurulabiliyor. Bir istatistik ise medyaya ulaşan haberlerin sadece %15'i su yüzüne çıkıyor. Çok ciddi bir şiddet ve korku haberciliği var. Normal olağan bir insanın gündelik hayatını nasıl geçirdiği haber yapılmıyor. Olağan dışı koşullara karşı olağan olanın ne olduğu anlatılmıyor. Biz sadece olağanüstünü açığa çıkarıyoruz bu sadece korku ve endişe yaratıyor. İnsanlar sürekli korku ve endişe içinde kalmak istemiyor ve bu haberlerden kaçmaya başlıyorlar. Tandır örneği Cizre'deki kuşatma ve sokağa çıkma yasağının ardından orada her gün bir operasyon beklentisi var. Operasyon beklentisinin nerden kaynaklandığını herkes birbirine soruyor. Aslında "tandır başı fesadı" diye bir şey var. Türkiye'de bir çok insan Tandır kültürünün oradaki insan için ne ifade ettiğini bilmiyor, biz bu bölgede insanların özellikle kadınların gündelik hayatlarında ne yaptığını bilmiyoruz. Tandır başında duran kadınların hikayeleri, yaşamları bilinmiyor. Olağanın ne olduğunu bilmediğimiz için olağanüstünün de ne olduğunu tam olarak değerlendiremiyoruz. Detaylar anlatılmıyor fakat o detaylar aslında insanların arasında ilişki kurulmasını sağlayan şey. Katledilen insanın dört çocuğunun olması önemli bir detay. Bu tahmin etmediğimiz insanlarda başka bir yakınlık kurulmasını sağlar. Sıcaklığın 50 derece olması ve vurulan ilk yerlerin su depoları arasındaki ilişkiyi kurmak da çok önemli. Okuyucu için 50 derece altında susuz bırakmanın ne olduğunu hissettireceğiniz haber yapmanıza gerek var. Mesela o şehirdeki Kültür Merkezi'nin yerini bilmeden, tepede olduğunu anlatmadan keskin nişancıların oradan nasıl hedef aldığını ve insanları öldürdüğünü anlatmanın yolu yok. Ben bunu hiçbir haberde okumadım". (BZ/HK))
Diğer Haberler