İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Yıldönümü 10.10.2015
10/12/2015
İnsan Hakları Evrensel bildirgesinin Paris'te Birleimiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilişinin 67. yıldönümü nedeniyle basın açıklaması yapan Adana Barosu, "olumsuzluklara rağmen, daha özgür bir dünya ve Türkiye'nin hayalini kuruyor; barışın ve kardeşliğin hakim olacağı güzel günler için yılmadan, cesaretle mücadele etmekten vazgeçilmeyeceği" ifadelerine yer verdi.
'İnsan Hakları Haftası' kapsamında Adana Barosu basın açıklaması yaptı. Baro avukatlarının katılımı ile yapılan açıklama Baro İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Av. Mustafa Çinkılıç tarafından okundu.
2015 yılını İnsan hakları konusunda savaşın en çirkin yüzünün yaşandığı mültecilerin çıkarcı devletler arasında bir pazarlık konusu olduğunu belirten Av. Çinkılıç, " Aylan bebeğin ölüm fotoğrafına kadar Dünya kamuoyu Suriyeli sığınmacılara kayıtsızdı. Bugün geldiğimiz noktada ise ülkemiz "tampon bölge" rolünü üstlendi, ya da daha doğru bir ifade ile "belli bir para karşılığı" ülkemize bu rol yüklendi" dedi
Basın Açıklaması öncesinde konuşan İnsan Hakları Komisyonu Koordinatör Yönetim Kurulu Üyesi Av. Sabahattin Gümüş, katledilen Diyarbakır Baro Başkanı Av. Tahir Elçi'yi andı. Komisyon üyelerini okullarda verdikleri insan hakları eğitimlerinden dolayı da kutladı.
BASINA VE KAMUOYUNA
Bugün 10 Aralık 2015
Dünya İnsan Hakları Günü
Yaşananlara bakınca "İnsan Haklarını umursayan mı var da o hakların günü olsun?" dediğinizi duyar gibiyim.
Evet, o hakları umursayan var!
1948 Yılının 10 Aralığında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Paris'te toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul ve ilan edilmişti. Yani Bugün'den tam 67 yıl önce...
1949 yılında iseTürkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulubu evrensel beyannamenin"...okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararı almıştı.Ancak bu güne kadar yeterli ve gerekli çalışma yapılmadı.
67 yıl sonra bugünü bir "Hak ve Özgürlükler Bayramı" olarak kutlamak isterdik; geçen yıldan bu yana ülkemizde hak ihlali yaşanmadı, en azından yaşansa da üstüne titizlikle gidildi ve tekrar etmemesi için gereken tüm adımlar atıldı demek isterdik...
İsterdik diyorum, çünkü bulunduğumuz nokta bu isteklerimizden çok uzakta!
İkinci Dünya Savaşı'nda ölen insan sayısından daha fazla insan, geçtiğimiz 67 yıllık sürede çıkan savaş ve çatışmalarda hayatını kaybetti.
En temel hak olan "Yaşam Hakkı" yoğun biçimde ihlal edildi.
Soma gibi büyük bir katliam yaşanmadı bu yıl ama iş cinayetleri tüm hızıyla devam ediyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporlarına göre geçtiğimiz bir yıllık sürede 1696 işçi, iş cinayetine kurban gitti.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı verilerine göre 23 Kasım 2015'e kadar 255 kadın yaşamını yitirdi. Ve ne yazık ki bunlar sadece raporlara yansıyan, işin iç yüzü daha da vahim.Önceki yıllara ilişkin resmi kayıtlara baktığımızda gerçek,raporlara yansıyanın iki katı.
Yine Türkiye İnsan Hakları Vakfıverilerine göre 2015 yılının ilk 11 ayında 1433 kişinin sadece gözaltında ve gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı tespit edildi.
Resmi açıklamalara göre 2015 yılında kasım ayına kadar 3239 insanımız trafikte öldü, 258.552 insanımız ise yine trafikte yaralandı.Bütün bunları trafik canavarına mal edemeyiz.
Devlet; iş yerinde, evde ve trafikte koruyamadığı yaşam hakkını, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde de koruyamadı.
Diyarbakır, Suruç ve Ankara'da nice canlarımızı kaybettik.
Bir yanda;
Kalabalığın ortasında kendini patlatan, canlı bomba eylemcileri...ve eylemler sonrası "Türkiye sebepsiz yere insanların tutuklandığı, tutuklanabileceği bir ülke değil. Türkiye'de intihar eylemi yapabileceklerin bir listesi var, öyle bir eylemi gerçekleştirme anına kadar hukuk devleti olarak sebepsiz yere bir insanı alıp tutamazsınız." diyen yani canlı bomba eylemcilerinin haklarını önemseyenbir Başbakan.
Diğer yandaysa,
Cumhurbaşkanına hakaret iddiasını "terör eylemi" olarak değerlendirip insanları tutuklayan bir yargı ve yasa yapma tekniğinden uzak, toplumsal uzlaşı ve tartışmaya kapalı, paketlere indirgenen yasama faaliyeti var.
2014 yılında getirilen Sulh Ceza Hakimliği ve makul şüphe kriteri ile vatandaş "makul şüpheli" kabul edilerek hakları ihlal ediliyor. HSYK'nın yapısı ve AİHM içtihatlarındaki bağımsız ve tarafsız yargı kriterleri birlikte değerlendirildiğinde; olağanüstü yargılama yapan ve kapalı devre mahkemeler olan Sulh Ceza Hakimliklerininverdikleri kararlarla özgürlükleri demokratik toplum standartlarına uymayacak şekilde kısıtladığı görülüyor.
Yargıdakine benzer bir durum ekonomik hayatta da kayyım atamaları mekanizmasıyla kendisini gösterdi. Devlet doğrudan el koyamadığı kurum ve şirketleri kayyım ataması adı altında etkisiz hale getirdi.
Ülkenin doğusu yangın yerine çevrildi. Son 6 ayda 17 ilçede 175 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Böyle bir yönteme ne 12 Eylül askeri diktatörlük döneminde, ne sıkıyönetimler döneminde, ne de olağanüstü hal uygulamalarında rastlanmadı.
Sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgeler, yasak kalktıktan sonra "savaş alanı" görüntüsü veriyor.
Polis öldürdüğü insanların cesedini araç arkasına bağlayıp yerlerde sürüklüyor, çatışma izleri sokaklarda, iş yerlerinde, ibadethanelerde ve evlerde; daha da önemlisi insanların yüzlerinde ve zihinlerinde görülüyor.
Dün iktidarda kalma uğruna, hukuk dışı uygulama ve oluşumlara seyirci kalanlar, bugün de iktidarda kalma uğruna ülkeyi savaş alanına döndürmekte beis görmüyorlar.
Şüphesiz devlet silahlı muhalif örgütlerle mücadele edecek. Bu devletin "güvenlik sağlama" görevi, ancak bu görev; bir ilçede yaşayan çocuk, kadın, yaşlı, demeden herkesi cezalandırarak yapılmaz. Bu haksız eylemler yüzünden, ne yazık ki, ülkemiz fiilen değilse de duygusal olarak bölünme noktasına gelmiştir.
Muhalif görülen TV kanalları yayın platformlarından çıkarılıyor, bir haber kanalının canlı yayında fişi çekiliyor, düşünce, basın ve teşebbüs hürriyeti ihlal ediliyor.
Gazeteciler Cemiyeti verilerine göre; 2015 yılının ilk 11 ayında 156 gazeteci gözaltına alındı, 774 gazeteci ise işten çıkarıldı ve bugün 31 gazeteci hala cezaevinde. Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül haber yaptıkları, üstelik doğru haber yaptıkları için tutuklanıyor.Yani artık İfade ve basın özgürlüğü ihlalleri sınır tanımıyor.
Değerli basın mensupları, bizde kendimize "Memleket nereye gidiyor?" diye sorduk;
Senin gazeten, benim gazetem;Senin okulun, benim okulum;Senin şirketin, benim şirketim;Senin bankan, benim bankam;Senin üniversiten, benim üniversitem;Senin polisin, benim polisim;Senin savcın, benim savcım;Senin hakimin, benim hakimim ayrımları işi;
SENİN insanın, BENİM insanım noktasına getirdi ve yandaş için hak olan, diğeri için yasak oldu.
Anayasa madde 10, AİHS madde 14 ve Evrensel Beyanname madde 2, her insanı, salt insan olmaktan dolayı eşit görür ve ayrımcılığı, ayrımcı dili yasaklar.
Unutmamak gerekir ki Hitler de bu ayrımcı dili kullanıyordu, 80 milyon insan o dil yüzünden ve o kararlar sonucu hayatını kaybetti. Hitlerin yolunu da o günkü hakimler verdikleri kararlarla açıyordu.
Ayrımcılık, siyasi davaları getirdi. Siyasi kararlar verildiği için, adil yargılanma hakkının gerekleri yerine getirilmediği için toplumda yargıya güven kalmadı.Dünün hainleri bugün kahraman, dünün kahramanlarıysa bugün hain ilan edildi.Dün zırhlı araç tahsis edilen bir savcı, bugün yurtdışına kaçtı.
Siyasi kararlarla hukuka aykırı iş ve işlem yapan kamu görevlileri, bu örnekleri iyi tahlil etmelidir. Bugün arkanızda gözükenler, yarın karşınıza dikilecektir; yapılan hukuksuz işlemlerin cezasız kalacağına yönelik oluşturulan algı toz bulutu niteliğindedir. Er ya da geç, her hukuksuz hareket, usulüne uygun şekilde cezasını bulacaktır. Bu ülkenin hukukçularının bunu takip edeceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Değerli Basın mensupları;
Hukuk ile yaşamak huzur verir. Huzur ve sükuna ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde sığınılacak en sakin liman hukuktur...
Ortadoğu'da, özellikle Suriye'de devam eden iç savaş ve kaotik ortam, can güvenliği olmayan insanları buralardan ayrılmaya itiyor.
"Herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınma ve bu ülkelerce sığınmacı işlemi görme hakkı vardır." diyor Evrensel Beyanname'nin 14. maddesi.
Oysa Aylan bebeğin ölüm fotoğrafına kadar Dünya kamuoyu Suriyeli sığınmacılara kayıtsızdı. Bugün geldiğimiz noktada ise ülkemiz "tampon bölge" rolünü üstlendi, ya da daha doğru bir ifade ile "belli bir para karşılığı" ülkemize bu rol yüklendi.
Savaş çığırtkanlığının ve destekçiliğinin yüksek maliyeti; hem insani, hem sosyal, hem de ekonomik olarak gözler önüne serildi.
Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HÜGO) işbirliği ile Türkiye işveren Sendikaları tarafından hazırlanan rapora göre;
-400.000 Suriyeli kayıt dışı düşük ücretli ve sağlıksız koşullarda istihdam ediliyor.
-Bunların %54'ü 18 yaşından küçük.
-Kayıtlı çalışan sayısı sadece 3686 ve maalesef çoğunluğu yine çocuklar oluşturuyor.
-Çocuk işçiliği gün geçtikçe artıyor.
Bu insanlık dramına son verilmelidir.
Değerli basın mensupları;
Avukatlık Kanunu'nun 95. maddesi Barolara "hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak" görevini vermiştir. Bu sorumluluğun gereği olarak İnsan haklarına dayalı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu demokratik bir ülke için siyasi iradenin sivil takipçisi olmak zorundayız.
Diyarbakır Baro Başkanı Av. Tahir Elçi de bu görevi ifa ediyordu. Bugün bizim söylediklerimizi, daha zor koşul ve ortamlarda, tehlikeleri umursamadan, yüreklilikle dile getiriyordu."...silah, çatışma, operasyon istemiyoruz." diyordu. Her ölüm üzüntü ve acı verici olsa da meslektaşımızın, bir baro başkanının, bir insan hakları savunucusunun gün ortasında katledilişi, bize tarifi imkansız acılar ve anısını yaşatmak için büyük bir sorumluluk yükledi.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, daha özgür bir dünya ve Türkiye'nin hayalini kuruyor; barışın ve kardeşliğin hakim olacağı güzel günler için yılmadan, cesaretle mücadele etmekten vazgeçmeyeceğimizi kamuoyu ile saygıyla paylaşıyoruz.
ADANA BAROSU İNSAN HAKLARI KOMİSYONU
Diğer Haberler