Bugün 10 Aralık 2014. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilişinin 66. yıldönümü
10/12/2014
BASIN AÇIKLAMASI
Değerli basın mensupları ve insan haklarının yılmaz savunucusu meslektaşlarım,
Bugün 10 Aralık 2014. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilişinin 66. yıldönümü.
İnsanların sırf insan olmakla sahip olduğu hakları düzenleyen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 66 yıl önce bugün Paris'te toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda kabul ve ilan edilmiştir. Ülkemizde ise 06.04.1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile "...okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararlaştırılmıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilmesinden itibaren 66 yıl geçmiş olmasına rağmen hala temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği, özgürlüklerin çeşitli bahanelerle kısıtlandığı gözlemlenmektedir.
Değerli basın mensupları,
İkinci Dünya Savaşı'nda ölen insan sayısından daha fazla insanın bu 66 yılda çıkan savaş ve çatışmalarda yaşamlarını yitirdiği görülmektedir. Hemen yanı başımızda, Ortadoğu'da Filistin ve İsrail arasındaki devam etmekte olan ve kimi zaman durulup kimi zaman kızışan savaşa uluslararası camia hala sessiz kalmaktadır. Suriye ve Irak topraklarında türeyen ve adına 'İşid' diyen bir örgüt 21. yüzyılda insanlığa ortaçağı yaşatmaktadır. Yaşam haklarını koruma içgüdüsüyle Suriye ve Irak'tan topraklarımıza iltica edenlerin sayısı günden güne artarken bu soruna nasıl bir çözüm bulunacağı hala belirsizliğini korumaktadır.
Yine yaşam hakkına yönelik olarak ülkemizdeki çocuk ve kadın cinayetleri, haberlerin olmazsa olmazı haline gelmiş ve vicdanları sızlatmıştır. 2014 yılı işçi ölümleriyle de içimizin acıdığı bir yıl olmuştur. Soma'da ve Ermenek'te meydana gelen maden facialarında, siyaseten denetlenmesi engellenen, yeterince yaşam odası bulunmayan maden işletmelerinde hayatını kaybeden işçilerimizin durumu 'ölüm bu mesleğin kaderinde var' denilerek geçiştirilmiştir. Siyasal iktidar, 'Oğlum yüzme de bilmezdi' diyen annenin çaresizliğine, lastik ayakkabı ile madenci oğlunun cenazesine giden babanın acısına, 'sağ çıksalar ne olacak' diyen eşin feryadına kayıtsız kalmamalıdır.
Hukukun, devleti yönetenler tarafından ihlal edilmesi, hukuk güvenliğini tehdit etmektedir. Yargıya yapılan müdahaleler, 'sıkıyorsa yıksınlar' yaklaşımı, toplumun adalete olan inancını zedelemektedir. Siyasal Erkin, toplumsal olayları ve tepkileri; ihanet, dış mihrak, huzur bozucu olarak lanse etmesi toplumsal birliği derinden sarsmaktadır. Bu toplumsal olayların simgesi haline gelen 'Gezi Parkı', iktidar ile halk arasındaki duygusal kopuşu resmetmektedir. İktidarın güdümüne girmeyen her kesime uygulanan baskı, tecrit, itibarsızlaştırma çabaları toplumsal huzursuzluğa neden olmaktadır.
Basınımızın güzide temsilcileri,
Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalıdır. AİHM bir kararında ifade özgürlüğünün kapsamını şu şekilde belirtmiştir: İfade özgürlüğü; sadece olağan karşılanan, zararsız yada önemsiz görülen bilgi ve düşüncelerin açıklanması açısından değil, ayrıca devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onları rahatsız eden, rahatsızlık ve endişe verici düşüncelerin açıklanması açsından da geçerlidir.
Yine AİHM'nin yakın zamanda verdiği bir kararla cemevlerinin; diğer ibadet yerleri olan cami, kilise, sinagoglar gibi elektrik faturasından muaf tutulmamasından ötürü devletimizin ayrımcılık yaptığı konusunda karar vermiştir. Bu bağlamda cemevleri konusunda gerekli düzenlemelerin yapılması inanç özgürlüğünün önündeki engellerden birinin kaldırılması anlamına gelecektir. Ayrıca, AİHM'nin "zorunlu din derslerinin hak ihlali olduğu" kararı varken, siyasi iktidarın bu kararın gereği olan yasal düzenlemeleri yapmamışken, 19. Milli Eğitim Şurasından "İlkokul 1. 2. 3. Sınıflara zorunlu din dersi" kararının çıkarılması ülkemizde insan haklarının geldiği boyut açısından düşündürücüdür. Bu yaklaşım ülkemizin AİHM önünde yeniden ve yeniden mahkûm olmasının yolunu açacaktır. Oysa, inançlar siyasi rant alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Bu alan bireylerin özgürlük alanıdır. Bu bağlamda zorunlu din derslerinin varlığı, devletin inanç alanına müdahalesi niteliğinde olup, ayrı bir sorun teşkil etmektedir.
Değerli basın mensupları,
Bizler insan hakları savunucuları olarak, devlet şiddetinin görünür elemanları olan polisleri; işkence, kötü muamele ve orantısız güç kullanmaları nedeniyle kınadık, yargılanmalarını talep ettik. Şiddet mağdurlarına da hukuki yardımda bulunduk. Bu davranışımız nedeniyle hedef gösterildik, saldırıya maruz kaldık. Gelgelelim 2014 yılı, polislerin de temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği yakınmalarının sıkça duyulduğu ve polislerin de kendilerini savunacak avukata ihtiyaç duyduğu bir yıl oldu.
Bu durum hukuka, temel hak ve özgürlüklerin korunmasına herkesin bir gün gereksinim duyacağının, meslektaşlarımızı müvekkilleriyle eş tutan anlayışın yanlışlığını göstermesi açısından ibret verici olmuştur.
Sürekli değişen ve hukukçuların dahi takip etmekte zorlandığı yasalar adil yargılanma hakkına zarar vermektedir. 'Kanunu bilmemenin mazeret sayılmadığı' bir hukuk düzeninde yasaların torbalara, paketlere mahkum edilmesi onları şeklen yasa yapabilir ancak hukuk kuralı yapamaz. Yasalar, çoğulculuk temelinde tartışılmadan, paylaşılmadan, sivil denetimden geçmeden yürürlüğe konulmamalıdır. Ne olursa olsun devlet vatandaşına 'makul şüpheli' muamelesi yapmamalıdır. Bu bağlamda; 'makul şüphe' kriteri ile yapılacak aramalar, hukuki dayanaktan yoksun olacaktır.
Adalet emekçisi meslektaşlarımızın görevini ifa ederken karşılaştığı engeller yetmezmiş gibi, avukatın dosya inceleme hakkına da sınır getirilmeye çalışılmaktadır. Bu durum hak arama özgürlüğüne vurulmak istenilen bir darbedir. Ve derhal bu düzenlemeden vazgeçilmelidir.
Değerli basın mensupları;
Avukatlık Kanunu'nun 95. maddesi Barolara "hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak, bu kavramlara işlerlik kazandırmak" görevini vermiştir. Bu sorumluluğun gereği olarak İnsan haklarına dayalı, temel hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu demokratik bir ülke için siyasi iradenin sivil takipçisi olmak zorundayız
Tüm bu olumsuzluklara rağmen daha özgür bir dünya ve daha özgür bir Türkiye'nin hayalini kuruyor; barışın ve kardeşliğin hakim olacağı güzel günler için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğimizi tüm kamuoyu ile saygıyla paylaşıyoruz.
Adana Barosu İnsan Hakları ve AİHM Komisyonu Başkan Yardımcısı Av. Ruhi Hallaçoğlu
Baromuzun düzenlemiş olduğu "Türkiye'nin Hukuk Devleti Sorunu" konulu konferansa katılmak üzere Adana'ya gelen İstanbul Barosu eski başkanlarından Av. Turgut Kazan da basın açıklamasını izledi ve Baro Başkanımız Av. Mengücek Gazi Çıtırık ve meslektaşlarıyla sohbet etti.
Diğer Haberler