BAŞKANIMIZ AV. ÇITIRIK, YARGIDA YAŞANAN GÜNCEL KONULARLA İLGİLİ DEĞERLENDİRMELERDE BULUNDU
08/02/2013
Adana Baro Başkanı Av. Mengücek Gazi Çıtırık, Başkent Radyosu'nun hazırlamış olduğu programda 10 Şubat'ta yapılacak 'Savunma Susmayacak' miting ve yürüyüşü, uzun tutukluluk süreleri, açıklanan yargı paketleri, yargının iş yükü, avukatlık mesleğine yönelik sözlü ve fiili saldırıların yanı sıra İstanbul Barosu'nun, barolarına yönelik saldırılar sonrası almış olduğu genel kurul kararı hususunda değerlendirmelerde bulundu.
Yaklaşık bir saat süren programda Buket İlday'ın sorularını cevaplayan Av Çıtırık: "Biz avukatlar, yurttaşın hak arayışı ve adalete erişmesindeki sesiyiz. Aslında bugün sesi kısılan avukatın üzerinden yurttaşın onur ve itibarı, sesi kısılan bağımsız savunma ve birey yurttaşın ta kendisidir. Avukatlara sözlü ve fiili saldırılar, tutuklamalar, gerekse İstanbul Barosu özelindeki saldırılar artık kurumsal saldırıya dönüşmüştür. Türkiye yaşanan bu uygulamalar nedeniyle kanun devleti bile olmaktan uzaklaşmakta olduğu görülmektedir. İstanbul ve Ankara'da gerçekleşen avukat büroları ve konutlarının kapıları kırılarak aramalar yapılmakta. Bu odada yapılan aramalarda avukatlara ait herhangi bir suç unsurunun bulunmadığı görülmektedir. Aramalarda meslektaşlarımızın müvekkillerine ait dosyalara el konuluyor. Bu dosyalara sadece savcılık el koyabilir ama dosyaları kolluk kuvveti de alabiliyor. Bugün Türkiye'nin akademisyenleri, avukatları, sanatçıları, muvazzafları ve gazetecileri tutuklanıyor.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinde 'Balyoz' davası olarak görülen dosyada, mahkeme heyetinin avukatlara yönelik savunmayı kısıtlamaları üzerine İstanbul Barosu da savunmada yerlerini alıyor. Mahkeme heyetine görevini hatırlatıyor. Savunmaya haksızlık yapılamayacağını belirtip bu hususlar zapta geçiriliyor. İstanbul Barosu bugün Türkiye'nin değil, New York ve Tokyo Barolarının da önünde tabiî ki barındırdığı avukat sayısı ile dünyanın bir numaralı barosudur. Avukatlık Yasası 95/ 4 fıkrası, 'barolar, mensuplarına yol göstermek, onlara bilgi vermek ve mesleki görevlerinin yapılıp yapılmadığını denetlemek, mesleğe ve meslek mensuplarına yönelik hak ihlallerine karşı avukatlık mesleğini ve meslektaşlarını savunup bu konuda yasal ve idari girişimde bulunabilir' şeklinde düzenlenmiştir. İstanbul Barosu ve yönetim kurulunun da yaptığı budur. Artık, kurumsal bir şekilde özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin ya da onun savcılarının göstereceği şekilde avukatlık mesleği dizayn edilmektedir..
''SESSİZ KALMAYACAĞIZ"
Duruşma sonrası, keşif mahallinde, haciz olaylarında meslektaşlarımıza sözlü ve fiili saldırılar artmıştır. Yurttaş meslektaşımıza niye saldırıyor? Çünkü, bizi 'hasım' olarak görüyor. Avukatlık Yasası'nın 2. Maddesi çok açık: " Avukat dosyanın tarafı değildir". Bizi dosya ile özdeşleştirmemeliler. Bize bu saldırıları yapmaya kimsenin hakkı yok. Bugün Türkiye'nin taraf olduğu 1990 tarihli Havana Kararları, Bakanlar Kurulu Komitesi 21. Yüzyıl Avukatlık Mesleği Kararları (Turin) düzenlemelerine bakıldığında devletin temel görevleri içerisinde; avukatlık mesleğini engel, baskı, zorlama ve tehdit altında yapmaksızın ve en demokratik ortamlarda yapabilmek için gerekli düzenlemeleri alma ve bunları yaşama geçirebilme yükümlülüğü var. Ama bugün devlet eliyle, devletin kolluk güçleri eliyle, yargı eliyle avukatlık mesleği yeniden dizayn edilerek, avukatı yurttaşın gözünde itibarsızlaştırmak suretiyle ve en son İstanbul Barosu'na açılan davayla kurumsal olarak saldırının had safhaya vardığı dönemdeyiz.
Adana'da 10 Şubat Pazar günü Mimar Sinan Açık Hava Tiyatrosu önünden başlayıp, Uğur Mumcu alanına yürüyeceğiz. Amacı; biz artık savunmayı savunmak zorunda kalmış durumdayız. Bu doğrultuda, savunmanın sesinin kısılamayacağı, savunmayı kendi içinde birlikteliliğini, dayanışmasını sergilemek amacıyla avukatlara yönelik saldırılara, haksız tutuklamalara, avukatlık mesleğinin yeniden dizayn edilmesine, 'ben avukatım', 'ben hukukçuyum' diyen 78 baroyu Adana'ya davet ettik. Zamanlaması da uygun bir miting olacaktır. Artık sessiz kalmayacağız.
"PARAN KADAR ADALET MANTIĞI İŞLİYOR"
Son yıllarda ülkemizde adalet, hak arama özgürlüğü gibi ulvi ve önemli kavramların içi boşaltıldı. Geciken adaletin adalet olmadığı çeşitli şekillerde vurgulanmıştır. Adaletin gecikmesinden hepimiz rahatsızız. Yargının çok iş yükü vardır. Personel, araç, hakim, savcı eksikliğinin yanı sıra, Türkiye'de yargı daha çok siyasi iktidarın, rejimi dönüştürebilme ve siyasi partiler arasındaki iktidar mücadelesinin aracı olduğunu görmekteyiz. Bunun başlangıcı, 2010 yılında yapılan Anayasa Referandum değişikliğiyle başlayan bir süreçtir. Bugün Türkiye'de siyasi iktidar icraatı ve uygulamaları ile değil, gerçekleştirmek istediklerinin bir kısmını yargının üzerinden yürütmek suretiyle, yargıyı önemli aktör haline getirmektedir. Bugün 'yandaş yargı' oluşturulmuştur. Parlamenter-demokratik rejimden, Türk usulü 'başkancı' sisteme geçilmesinin nüvelerini de görmekteyiz. Türkiye'nin yargı mensuplarının adaleti dağıtanlar olarak adil olmaları gerekir. Tarafsızlık ve bağımsızlıklarını koruyabilmeleri, hiçbir makamdan, merciden telkin ve tasfiye almadan görevlerini yürütmeleri gerekmektedir. Adalet kavramının gerçekleşebilmesi koşulları için basit, hızlı ve en az masrafla adaletin sağlamasıdır. Bugün Türkiye'de 'paran kadar adalet' sistemi oluştu. 1 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK ve ona bağlı avans tarifesi ile yargı giderlerinin bir defada peşin olarak alınmasını getiren sistem, Türkiye'de yurttaşın adalete erişimdeki en önemli engelini teşkil etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Anayasa'da güvence altına alınan yurttaşın bu hak arama özgürlüğünün daha az masrafla yerine getirilmesi önem arz ediyor. Türkiye'de 'paran kadar eğitim', 'paran kadar sağlıktan' sonra şimdi de 'paran kadar adalet' düzeni başlamıştır.
İş yükü bölümüne baktığımızda, Türkiye yasal düzenlemelerde yargının iş yükünü azaltma yoluna gitse de sistemde altyapı ve donanım eksikliği ile 'Biz böyle istiyoruz', ya da Enver Paşa'nın dediği gibi : 'İhtiyaç var, yap kanun' mantığı ile yaklaşıldığı sürece Türkiye'nin yargı sorunlarının azalamayacağı görülmektedir.
"TUTUKLAMALAR MATBU VE KLASİKLEŞMİŞTİR"
3 Yargı paketine bakalım, özellikle 2008 yılından itibaren, ' Ergenekon', 'Balyoz', 'KCK' tutuklamaları şeklinde Özel Yetkili ve görevli Ağır Ceza Mahkemelerinin, CMK 250. Madde ile kurulmuş, görevlendirilmiş ve devreye girmesi ile uzun tutuklamalar başlamıştır. Bir yargılama süreci içerisinde aslolan tutuksuz yargılamadır. Ama CMK 100. maddesinde katalog suçlar dediğimiz, çeşitli suçları kapsayan 'kaçma şüphesi', 'delilleri karartma' ya da 'kuvvetli suç olgusu' halinde tutuklama olabilir. 3. Yargı paketinde tutuklamanın nedeni ve tutuklama için gerekli olgular gösterilmesi gerekirken ve tutuklama nedeni gösterilmeli iken klasikleşmiş ve soyut nedenlerle tutuklama kararları verilmektedir. AİHM'in, ülkemizi çeşitli hak ihlalleri nedeniyle uyardığı bu uzun tutuklama süreleri klasikleşmiş, matbulaşmış bir şekilde işte kaçma şüphesi, delillerin karartılması olasılığı, şüphe olgusu ön plana çıkartılmıştır.
"TÜRKİYE OHAL ANLAYIŞIYLA YÖNETİLMEKTEDİR"
Türkiye, İstiklal Mahkemelerini, 27 Mayıs sonrasında Yassıada Mahkemelerini, DGM Mahkemelerini, 12 Eylül Sıkıyönetim Askeri yargılamalarını, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da OHAL uygulamalarını görmüştür. Türkiye'de bugün 'ileri demokrasi' iddiası vardır. O zaman aslolan nedir, olağan rejimlerle yönetilmesidir. Bugün Türkiye'nin üçlü ceza yargılaması vardır. 'Nitelikli dolandırıcılık', 'kasten adam öldürme' gibi genel ağır ceza, ikincisi tasfiye sürecine girmiş elindeki dosyalı bitirme görevli 'Özel Yetkili ve 'Ağır Ceza Mahkemeleri'dir. Üçüncüsü TMK 10. madde kapsamında kurulmuş Özel Yetkili Mahkemelerdir. Bugün Türkiye OHAL dönemlerine özgü bir hukuk anlayışıyla daha çok da 'öç alma' veya 'intikamcı' anlayışla yönetilmektedir.''
Diğer Haberler